HASBİHAL-İ MUALLİM (İspanya Seyahati)
― Merhabalar takipçilerimiz. Programımıza hoş geldiniz. Hasbihal-i Muallim Programımızın bugünkü konukları, Sayın Suna Soylu Kısa Hanım Efendiler ve Sayın Gülbahar Bilgin Konakman Hanım Efendiler.
HASBİHAL-İ MUALLİM (İspanya Seyahati)
― Merhabalar takipçilerimiz. Programımıza hoş geldiniz. Hasbihal-i Muallim Programımızın bugünkü konukları, Sayın Suna Soylu Kısa Hanım Efendiler ve Sayın Gülbahar Bilgin Konakman Hanım Efendiler.
Hocalarım hoş geldiniz programımıza.
―Hoş bulduk.
― Teşekkürler.
― Kendileri kısa bir süre önce yurtdışı seyahatindeydiler. İspanya'ya gittiler ve orada bir takım eğitici, öğretici faaliyetler de bulundular. Şimdi bizler de bu seyahatin mahiyeti hakkında istifade edebilmek için kendileri bir röportaj düzenlemek istedik.
Dilerseniz programımıza başlayalım. Programımız soru cevap şeklinde olacaktır. Gülbahar Hocam dilerseniz sizinle başlayalım programımıza.
― Meslek eğitim alanında Erasmus Projesi kapsamında gerçekleştirilen işbaşı izlemedeki eğitim faaliyetleri için pek çok ülke arasında neden İspanya'yı tercih ettiniz?
― Milli Eğitim Bakanlığımız okulumuza bir yazı göndererek Yiyecek İçecek Hizmetleri Alanında iki öğretmenin yurtdışı Erasmus İşbaşı Gözlem Eğitimi konusunda çalışma yapmasını istemiştir. Fakat ondan evvelinde biz İlçe Milli Eğitim Müdürlüğümüzde Ar-ge Bölümünde görevli kıymetli Duygu Hocam bir İspanyol ekibi okulumuza bir workshop için bölüm atölyemize getirmişti haberimiz olarak. Biz onlara Türk Mutfağını tanıttık. Onlarla çok güzel iletişim kurduk. Dostluk kurduk ve daha sonra bize Milli Eğitim Bakanlığından gelen bu İşbaşı Gözlemi de o zaman dedik, neden bu İspanyol dostlarımızın olduğu şehirde yapmayalım, dedik ve onlarla iletişimi tekrar kurarak İspanya'da bu işbaşı gözlem eğitimini yapmayı uygun bulduk. Teşekkür ediyorum.
― Değerli cevaplar için Gülbahar Hocam'a da teşekkür ediyoruz.
― Peki Sunay Hocam, sizleri nasıl karşıladılar İspanya'da?
― Valla benim beklediğimden daha misafirperver bir şekilde karşıladılar. Gayet içten, samimi. Sanki daha önce tanışıyormuşuz da orada bizi bekledikleri düşüncesi hâkim oldu. Bilmiyorum Gülbahar Hocam'da da öyle bir duygu var mıydı; ama ben öyle olduğunu hissettim. Orada bizim için bir tabela hazırlamışlar orada bulunduğumuza dair, hangi sebeple orada olduğumuza dair. Bir hafta boyunca biz orada kaldık. O bir hafta boyunca o tabelada, dijital panoda isimlerimiz sürekli durdu. Sürekli her gelen bizi güzel bir şekilde, gülerek, gülümseyerek ve sevecen bir şekilde karşıladı. Selamladılar, hal hatır sormaya geldiler. Çok keyifliydi. Öğrenciler de aynı şekilde. Hepsi yardımcı olmaya çalıştılar. Hepsi bizimle bir şekilde ilgilendiler. Beklediğimden daha iyi bir karşılama oldu.
― Çok sevindim adınıza. Bu durumda İspanya'nın da ülkemiz gibi misafirperver bir ülke olduğunu söyleyebiliriz. Gülbahar Hocam sizinle devam edelim. Mesleki eğitim konusunda daha özele inersek, Yiyecek İçecek Hizmetleri Alanında dikkatinizi çeken hususlar nelerdir?
― Evet, biz orada Almeria Turizm Okuluna gittik. Yiyecek İçecek Hizmetleri Alanı var. Tabii ki turizm rehberlik alanı var. Yine birkaç turizmle alakalı servis, mutfak vesaire alanları var. Hepsini gözlemleme imkânımız oldu. Şunu sevinerek söylüyorum ki bizim ülkemizin bina, donanım, altyapı ve öğretmen kalitesi açısından hiçbir eksiği yok. İspanya'nın 8 tane bölgesi var. Endülüs bölgesinde Almeria şehri. Ben birçok ülkemizde birçok mesleki eğitim kurumunda çalışmış, gözlemlemiş kurs ve birçok hizmetçi eğitimler dolayısıyla bulunmuş birisi olarak bunu rahatlıkla söyleyebilirim ki mesleki eğitimde gayet iyi noktadayız. Onlar da iyiler. Tabii ki fikir alışverişi, İspanya mutfağı, Türk mutfağı ile alakalı fikir alışverişi, yine gözlemler bize fayda sağladı.
― Ülkemizle kıyaslayacak olsanız İspanya hakkında neler söylemek istersiniz?
― İspanya tabii ki alanı geniş. Onlar da Akdeniz ülkesi biliyorsunuz bizim gibi. Çok güzel bir coğrafya. Geniş ama nüfus az. Özellikle genç nüfus az. Ben hatta bunu şöyle bir anekdot belirteyim. Bir dinlenme tesisinde bir ihtiyaç molası verelim diye düşündüğümde, kıymetli arkadaşım Ufuk hocam, Suna hocam ile lavabodan çıktıktan sonra acaba dedim bir huzur evinin veya bir dinlenme bir yerin bahçesinde miyiz, öyle bir tesise mi geldik yanlışlıkla dedim. Çünkü gerçekten daha sonra anladım ki ilk günden sonra diğer günlerde de şehri gezdiğimde bunu anladım ki gerçekten genç nüfus çok az. Yani ülkemiz o açıdan eğer çok güzel eğitebilirsek biz genç nüfusumuzla övünebiliriz ve gurur duyabiliriz. Yaş ortalaması yüksek bir ülke daha doğrusu. Yanı sıra tabii ki nüfus az olduğu için kalabalık değil, sakin, güzel, herkes mutlu, gülümsüyor ve bir de şey var öğleden sonra hani biz böyle tam 4'e 5'e kadar eğitim veriyoruz ya en fazla 2,5-3 gibi yani 14-15 gibi eğitim ve çalışmayı bırakıyorlar gibi bir algı oldu. Hani böyle ağır kısımlar muhakkak tabii ki hastanedir vesaire birçok yerler çalışıyordur da hani böyle ana arterler ve öğrenciler çok fazla akşama kadar okulda değiller, onu gözlemledim.
― Sizce aynı sistem ülkemizde de uygulanmalı mı?
― Muhakkak bu şekilde olduysa bir sebebi vardır tabii ki. İhtiyaca binaen bizimki bu noktaya gelmiş olabilir; ama ben şundan yanayım: Tamamen bilgi yüklemesi veyahut da kapalı mekânda öğrencilerin akşama kadar bulunması hem psikolojik sağlıkları için hem de genel olarak başarı için iyi olmuyor diye düşünüyorum. Teşekkür ederim. Evet ama bunda şunu da ilave etmek isterim. Velilerin çalışma hayatına annelerin özellikle çalışma hayatına katılmaları son yıllarda arttı. Evlere giden öğrenciler de tabii işte bir kontrolsüz bir ortamda olmamaları adına okulda olmaları da bir avantajdır bu cepheden bakıldığında.
― Bundan ilgili ben de birkaç şey söylemek istiyorum.
― Buyurun.
― Bizim Türk mutfağıyla İspanyol mutfağını karşılaştırma hususunda mutfaklarında yoğun miktarda zeytinyağı kullanılıyor. Hatta en çok gözümüze ilişen bir şey, mutfaklarındaki o zeytinyağı kullanımının yüksekliği mutfakta çok bariz. Bizim marketlerimizde öncelikli olarak ayçiçek yağı ön plandadır, onlar daha çok satıştadır. Ama orada şeylerde, vitrinlerde, raflarda hep zeytinyağı var. Böyle ufak tefek kıyıda köşede kalmış küçük küçük alanlarda ayçiçek yağı var. Fazlasıyla zeytinyağı kullanılıyor. Zaten her yer zeytin ağacı. Yer gök zeytin ağacı. Onları gördüğün zaman da böyle insanın içi açılıyor. Biz de böyle bir ülke olabiliriz. Hani bu kadar güzel bir coğrafyamız var. Ve biz de en az onlar kadar iyi bir zeytin ülkesi, zeytinyağı ülkesi olabiliriz diye düşünmeden edemiyorsunuz. Zaten sabah kahvaltılarında zeytinyağıyla başlıyorlar. Öğlen zeytinyağı. Ekmeklerin üzerine onlar tost diyorlar mesela. Bizim tostumuz işte ekmeğin arası kaşardır. Ama onlar da ekmeğin üzerine hemen rendelenmiş domates ve zeytinyağı sürüp yiyorlar ve buna tost diyorlar. Gerçekten kültürel alışveriş açısından bizim için çok büyük bir destek kazanımı olduğunu düşünüyoruz.
― Peki Suna Hocam. İspanya ve Türk mutfağı arasında karşılaştırmalar üzerinden devam edecek olursak artıları ve eksileri hakkında neler söylemek istersiniz?
― Yani eksi olarak değil de artı olarak birbirimize çok benziyoruz. Çünkü az önce Gülbahar Hocam da söyledi. Akdeniz mutfağına sahibiz ikimiz, iki ülke de. Mesela bizim tulumba tatlımız ve vezirparmağımız aynı hamurla yapılıyor. Onlar çuroz yapıyorlar ve çuroz onlar için tuzlu kızartılmış hamur. Biz pişiriyoruz mayalı hamurla, onlar bizim tulumba tatlısı yaptığımız hamurla çuroz yapıyorlar. Ve sabah kahvaltıda, her sabah kahvaltıda rahatlıkla ondan yiyorlar. Biz şerbetliyoruz o hamuru. Şerbetin içine batırıp tulumba tatlısı haline getiriyoruz. Onlar sadece çıkardıkları gibi yağdan, çıkardıkları haliyle hemen aynı bizim simit yediğimiz gibi tüketiyorlar. Çok zevkli bir şekilde. Sadece o kadar zeytin ülkesi olmasına rağmen kahvaltılarında zeytin olmayışı bizi baya hayal kırıklığı olarak anlattı. Bir hayli zeytinsizlik çektik kahvaltılarda. Her yer zeytin ağacı ama zeytin kahvaltında tüketmiyorlar. Çünkü onlara zeytin acı geliyormuş. Öyle olduğunu söylüyorlar. “Bizim için zeytin acı geliyor. O yüzden tüketmiyoruz. Biz yağ olarak tüketmeyi tercih ediyoruz.” diyorlar. Çok böyle tek tük yeşil zeytin, siyah zeytin hiç görmedim ben. Tek tük yeşil zeytinler var. Salamura yapılmış. Yoksa bizdeki kaç çeşit zeytin vardır. Sele zeytin vardır, yeşil zeytin gibi, biberli, peynirli vs. Buna rağmen o kadar çok zeytinin bulundurmalarına rağmen sadece zeytini zeytinyağı olarak tüketmeleri birazcık bize garip geldi. Birazcık da zeytinsizlik yaşadık. O kadar zeytinin ortasında varlık içinde yokluk çektik gibi oldu. Bizim ülkemizde çokça tüketilen bir üründür.
Kesinlikle kahvaltıda ben zeytin yemezsem kahvaltı yaptığımı hissetmem yani. O yüzden işte Gülbahar Hocam'la ben de markete gidip zeytin aradık. Yoksa ki çok benzer yerlerimiz de var. Tabi onlarda da mesela biz son zamanlarda 200 yıldır bizde de domates artık yoğunlaşmış miktarda var. Zaten İspanya bu hususta almış başını gitmiş, domates üreten bir ülke. Ama en güzel tarafı hani bizim şu anda ülkemizdeki tarım alanında o çıkan tarım ilaçları, pestisitler, o kalıntılar. Oralardaki marketlerde böyle tarım ilacı olan bir ürünün sergilenmesi mümkün değil. O yüzden de rahatlıkla işte misafirperverliklerini sordunuz ya az önce. Bizi misafir eden Hoze Bey bir çarşıda gezinirken bizi Almeria'yı gezdiriyordu.
O sırada bir pazardan içerisine girdik. Pazardan bize domates aldı. Domatesi sadece şöyle koluna sürdü uzattı hadi yiyin, diye. Şimdi biz aynı rahatlıkla yiyebilir miyiz? Yani biz gelen domatesi, yeşilliği her şeyi yıkıyoruz. Yine de üzerinde kalıntı kaldıysa diye ekstradan yok, sirkeye batırıyoruz, sirkeli suda bekletiyoruz. Kimyasalları zaten arındırmamız mümkün değil de. Her ihtimale karşı biz her ihtimali düşünüp ona göre temizlemeyi arındırmaya uğraşırken adamcağız hemen aldı koluna sürdü ve rahatlıkla biz yedik. Bir mis gibi domates kokusu var. Kasım ayında mis gibi domates kokan bir domatesli yemek... Yazın bile neredeyse artık şu anda biz burada yiyemezken onlar orada gerçekten her şeyi orijinal haliyle dokunulmamış haliyle yiyorlar.
O hususta bizim adımıza üzücü bir şey. Onlar için kesinlikle arttı. Bizim adımıza üzücü bir durum olduğunu düşünüyorum.
― Hijyen önemli tabii ki.
― Hijyen önemli ama hijyenden ziyade de bu tarımsal kalıntıların, tarım ilaçlarının, kimyasallarının kullanılması bizim üretimimizde, maalesef bilinçsizce kullanıma bakarsınız. Kontrolsüz ve bilinçsizce kullanımı bizi de zora sokuyor aslında. Hepimizin hastalanmasına da sebep olabilecek şeyler. O yüzden biz de onlar gibi güzel ürünleri, tarım ürünlerini zaten yetiştirebiliyoruz ama tarım ilacı olmadan yetiştirilen bir toplum olarak, tüketen bir toplum olarak yaşamaya devam ederiz inşallah diye düşünüyorum.
― İnşallah.
― Gülbahar hocam, sizinle devam etmek istiyorum. Başka eğitim kurumlarını görme fırsatınız oldu mu İspanya'da?
― Evet. Aslında röportajımızın başında bahsettiğimiz arkadaşlarımız, o başka eğitim kurumlarında olan arkadaşlarımızdı. Biz onları bir görmek istedik. Onlar da normal bir ilkokul, ortaokul seviyesindeki bir okuldaydı. Evvela okula gittiğimizde dikkat çeken şey, ben şöyle söyleyeyim, bir makale okumuştum. Mimar ve mimarî dekorasyona falan çok önem veririm ben. O tarz makaleleri okurum. Orada diyor ki ülkemizde 50 yıla aşmış bir kişi doğduğu evi gösteremiyor. Yani hemen betonlaşmaya mağlup olup yıkılıyor, yenisi yapılıyor. Okul daha babalarının, dedelerinin mezun olduğu okul. Yani yatay mimariyle çok güzel bir iç avlusunun olduğu, çok güzel sınıflarının olduğu eski bir bina. Çok aman aman bir aşırı mimari olarak çok özelliği olmasa da eski, sağlam. Eski mobilyalar, eski masalar, sıralar ama gencecik çocuklar oralarda okuyorlar. Belki babaları, dedeleri de oralardan mezun oldu. Yani öyleymiş zaten. Bu çok güzel bir şey. Yeni, hep yeni yeni yapmak ne kadar doğru. O geldi aklıma, o binayı görünce. Yine çok misafirperver karşıladılar. Sınıfta bir şey dikkatimi çekti. İşitme engelli öğrencilerimiz için, ayrıca onlara konuyu, dersi izah eden, işitme engelliler için öğretmen olması çok güzeldi. Yine İngilizce derslerine verirken, onlar için de yabancı dil İngilizce, İspanyolca ana dillerindeki öğretmen sınıfta, İngilizce öğretmenleri sınıfta ve işitme engelliler için olan öğretmen de sınıfta. Böyle bir eğitim ortamında çok güzel.
Birinin kaçırdığını, birinin yakalaması değil mi bilgi açısından veya güdülemek açısından öğrenciyi. Çok hoş bir ortamdı. Yine orada bir Erasmus köşesinde, bizim buraya geldikleri çubuk ziyaretine ait resimleri görünce çok mutlu olduk. Arkadaşlarımıza yine fotoğraflarımızı falan çektirip, yine bir anı, heybemizi anı olarak koyduk. Yine diğer kısımlara şöyle bir ilin, Almeria ilinin diğer okullarını da zaman zaman, boş vakitlerimizde veya diğer kurumlarına da gördüğüm kadarıyla, yine dikey mimarinin hiç olmadığını görüyorum. Gördüm, arkadaşlarım da gördü. Ve sakin, biraz da nüfusun azlığıyla ilgili, caddelerinin çok geniş olması ve tüm Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, yayalar yola adım attığında bütün akan trafiğin durması bu bizi çok etkiledi. Biz de yapabiliriz. Medeniyetin beşiği Anadolu'dan geliyoruz.
Anadolu'da yaşıyoruz ve her türlü bilgiye sahibiz. Mesela Göbeklitepe'nin kazılar sonucu bulunmasıyla tarihin akışı değişti. Daha öncelerinde bile Anadolu'da insanların yaşadığı ve ilk yaşanan yer olduğu yine yazıldı tarihçiler tarafından. Ve dediğim gibi bu hususlar beni çok etkiledi. Bir de o gittiğimiz sınıfta bir başka derse davet edildiğimizde felsefe dersi işliyorlardı. Çocuklar nereden geldiğimizi biraz anlatırken çocuklara, ben dedim ki dersimiz felsefe. Milet, Milet olsun da Thales deriz. Biliyorsunuz felsefenin ünlü filozoflarından Thales. Milet yani Anadolu doğumlu. Öyle deyince çocuklar hemen anladılar. Bu da hoşumuza gitti. Yani gerçekten 36-42 kuzey paralelleri, 26-45 doğu meridyenleri arasında olan, Asya ile Avrupa arasında bir geçiş noktasında olan, işte Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu vesaire arasında çok güzel bir coğrafyada olan ülkemiz ve insanlarımız kadim bir medeniyetin evlatları. Daha güzel günler görürüz. Daha hoş şeyler yaparız inşallah gençlerimiz.
― Kültürel zenginliğinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ediyorum.
― Estağfurullah.
― Suna Hocam, İspanya'nın sosyo-kültürel yaşantısı hakkında neler söylemek istersiniz?
― Aslında çok sakin, güzel, keyifli yaşamayı biliyorlar. Heyecanları yok, heyecanlı değiller. Bir stres çok fazla yok. Gayet relaks yaşıyorlar. Zaten iş hayatı saat 9'da falan başlıyor. Yani bizim gibi sabah erkenden koşturalım 6.30-7.00. Normal hayat akışı 7.30'dan sonra yavaş yavaş hareketlenmeye başlıyor. Oradaki hareketliliğin olduğu süreç saat 9'da 2'ye kadar bir hareketlilik var. 9'dan 2'ye kadar insanlar çalışıyorlar.
Öğrenciler okula gidiyorlar ama maksimum öğrencilerin okulda durma saati 3. 3'ten sonra okullar kapanıyor. Ve saat 2'den sonra herkes dükkânlarını kapatıyor. Kapılarını kapatıyor, kepenkleri indiriyor. Hiç kimse yok ortalıkta. Herkes inzivaya çekiliyor ve uyuyorlar. Saat 4'e 4.30'a kadar bazı dükkânlar 5.30'da açılıyor. Zaten kapılarda diyor ki işte saat 14 ile 17.30 arası kapalı. Tabii 17.30 arası kapalıyız. Açılış saati 17.30. 17.30'dan da 9.30'a kadar açıklar.
Maksimum 10'a kadar açıklar. Ondan sonra tekrar dükkânlar kapanıyor. Yani saat 10'da açılıyor genellikle büyük bir kısmı işletmelerin. Bu ticarethanelerin diyeyim. 10 gibi açılıyor. Ondan sonra saat 2'de kapanıyor. Tekrar saat 4'de ya da 5'te açılıp akşam da yine 9'da ya da maksimum 10'da dükkânlar kapanıyor. Herkes yine ortalıkta yok saat 10'dan sonra. Herkes yine kabuğuna çekilmiş.
Çok fazla bir trafik yok. Bizdeki gibi çok fazla telaşlı değiller. Bir relaks herkes, bir sakin. Saat 2'de dükkânlar kapandıktan sonra zaten diğerleri de yapacak bir iş bulamıyorlar. Otomatik olarak herkes kendisini çekiyor, dinlenmeye alıyor. Akşamüzeri saat 5.30'dan 6'dan sonra gözlemlediğim şey çocuklar kurslara gidiyorlar. Özellikle bu İngilizce kurslarının önünde gördüm. Çocuklar akşam saat 6'dan sonra falan kurslara gidiyorlar. Orada saat 9-9.30'da kurslardan çıkıp evlerine geri dönüyorlar. Saat 2'de 2.30'da dağıldıktan sonra zaten liseler hepsi böyle. Saat 2'de 2.30'da dağıldıktan sonra muhtemelen 2-2.30 saat uyuyorlar, dinleniyorlar. Sonra tekrar eğitimleriyle ilgili özel bir kurs vesaire almaları gerekiyorsa o şekilde kurslarına gidiyorlar.
Hocamın dediği gibi eski binalar bizim için bunlar artık eskimiş. Hani yıkalım yerine yenisini yapalım olayından ziyade eski binayı eski haliyle korumaya devam ediyorlar. Eski bir bizim buradaki tabirimizde han. Öyle bir han gibi bir binayı tamamen Güzel Sanatlar Lisesine çevirmişler. Bu Güzel Sanatlar Lisesinde öğrenciler tasarım atölyeleri, müzik atölyeleri bunların her birinde çocuklar eğitim görüyorlar. Bizde keşke bizde de o tarz şeyler olsa okullarımız da öyle olabilse.
― Tespit eden İstanbul'da vesaire yerlerde tabii ki var muhakkak var da. Tabii daha güzel olur binaların korunması açısından.
―Aynen. Yani insanların yaşamlarının kaliteli bir yaşam tarzı, kaliteli olduğunu düşünüyorum. Her uykularını zamanında uyuyorlar. Bizde mesela artık gençlerin o denli uykularına özen göstermediğini biliyoruz. Hani bizde çok fazla telefonla ya da işte ekranla, bilgisayarla vesaireyle irtibat halinde olduğunu düşünürsek öğrenciler bunları daha şey kullanıyorlar gibi gördüm, algıladım ya da daha kontrollü sağlıyorlar. Mesela orada ders sırasında okulda öğrencilerin hepsinin cep telefonları yanındaydı. Şimdi bunu düşünüyorum, karşılaştırmaya çalışıyorum. Bizim öğrencilerimizle kıyaslıyorum. Çocuklar hepsinin telefonu cebinde ama hiçbirisi kenara çekileyim de telefonumla oynayayım mı düşünmüyor. Herkes kendi işinde.
Aynı anda işte atölyede birlikte yemek yaptık, bir şeyler hazırlıyor çocuklar. Her birisi kendi işini yapıyor. Hani benim de işim bitti şurada kenara çekileyim de telefonumla oyalanayım gibi bir olguları yok. Çocukların hepsi gayet bilinçli, bu bilinç düzeyine ulaşmışlar. Bu yüzden de bir şeyi saklamak ya da yasaklamak gereği kalmıyor. O yüzden birazcık daha bizim öğrencilerimizle onları kıyasladığında ya da bizim insanımız orayı kıyasladığında galiba biraz daha bu işleri hazmetmemiz zaman alıyor. Onlar biraz daha aşmışlar diye düşünüyorum. Çocukların hepsi İngilizce biliyorlar. Az çok İngilizce konuşabiliyorlar, anlayabiliyorlar.
Tabi ki yani Avrupa Birliği ülkesi olduğu için hepsinin de ortak dil olarak bu İngilizceyi bilmeleri gerekiyor. Ama gerçekten burada çocuklar bunun için uğraşıyorlar. İkinci yabancı dil olarak Fransızca öğrenmeye uğraşıyorlar. Her birisinde mutlaka ki İngilizcenin yanında ekstradan ikinci bir yabancı dil daha var çocukların. Bu açıdan daha kendilerini yetiştirmeye yönelik iyi olduklarını düşündüm.
― Zaten PİSA biliyorsunuz dünyada eğitimi ölçen bir mekanizma. PİSA'da 31. sıradalar. Yani eğitimlerinin girdi ve çıktı olarak değerlendirilmesinin yapıldığı noktada iyi durumdalar.
İşte dediğim gibi genç nüfusun az olması rahat bir eğitim sunmalarını da sağlıyor tabi ki.
― Anladığımız kadarıyla bizim ülkemizin kargaşasından ve gündelik problemlerinden çok daha uzak olan, çok daha iyi bir eğitim sistemi sunan bir ülke olduğunu düşünüyoruz.
― Olabilir, çok daha iyidir diyemem belki ama gayet her şeyi oturmuş, daha düzenli. Birazcık daha bizim herhalde sakinleşmeye ihtiyacımız var. Birazcık daha böyle dinginliğe ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Teşekkür ederim.
― Son sorumuza geçelim Gülbahar Hocam sizinle. İslam kültürü ve medeniyeti tarihi açısından önemli olan Endülüs ve Elhamra Sarayı hakkında gözlemlerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?
― Tabi ki. Biz buradan Esenboğa üzerinden Sabiha Gökçen-İstanbul daha sonra Sevilla'ya gittik. Sevilla'dan biz Almeria'ya yine kara yolculuğuyla devam ettik. Almeria'da eğitimlerimizi tamamladıktan sonra yine Endülüs bölgesinde olan Almeria, tabii ki gelmişken yine gönül coğrafyamızdan, Afrika'dan ilerleyen Tarık Bin Ziyad vesilesiyle Avrupa'ya çıkan Endülüs Emevi Devletinin Nasır Saraylarını, Elhamra Saraylarını ziyaret etme fırsatı bulduk. Bu esnada Almeria'dan yine Granada'ya yani Elhamra Sarayı'nın olduğu yere gidene kadar arkadaşımın da dediği gibi çok kadim zeytin ağaçları, dağ taş, bütün yüksek yerlerde böyle teraslanarak hiç boş kalmamacasına hem yaşlı hem orta yaşlı hem de yeni fideler yani sürekli hala dikmeye devam ettiklerini gösteriyor bu. Her taraf zeytin fidesiyle dolu. Çok hoşuma gitti yine arkadaşım da aynı şeyi dikkatini çekmiş. Yanı sıra tabi ki Elhamra Sarayı'na girmek bana hemen Afrikalı Leo kitabında Emin Malof'un Afrikalı Leo kitabını hatırlattı. Ama evveliyatında da tabi ki duymuşluğumuz, incelemişliğimiz, okumuşluğumuz onunla ilgili şeyler var tabi ki. Hüzün var. Ben kaybettiğimiz yerlerde, Balkanlar falan da yakın zamanda gezdim. Kaybettiğimiz yerlerde hep hüzün hissederim. Önce bir hüzün hissettim. Daha sonra da tabi çok güzel bir saray.
O beyaz taşlar üzerine sülüs yazılar Kur'an-ı Kerim ayetleri. Yani hayran kalmamak elde değil. Zaten Yahya Kemal Bey adlı eğitim ateşesi olarak oraya atandığında orası için çok güzel hatıralar yazar ve Endülüste Raks yanılmıyorsam eserinde orası için söylemiştir, yazmıştır.
Çok kıymetli bahçeleri, peyzajı, binaların o iç içe bahçeler, o çok güzel bir şekilde planlanmış su akan havuzlar, pınarlar, birbirini takip eden odalar, odalardan sonra binanın içerisinde yeniden başlayan bahçeler. Yani anlatmak mümkün değil. Görmek lazım. Çok hoş, hüzünlü bir ruh hali içerisinde gezdim. Evet, çok güzeldi. Teşekkür ediyorum.
― Ben şey duygusu yaşadım, sanki böyle İstanbul'daki korulardan birisinde geziyormuş gibi bir duygu halini yaşadım. Ya da İstanbul'daki bir Dolmabahçe Sarayı’nı geziyormuş gibi zaman zaman hani böyle çok bildik tanıdık bir yere tekrar gelmiş gibi bir hissiyata kapılıyorsunuz. Gezerken çok keyif alıyorsunuz. Çok bildiğiniz, sizden birilerinin oralarda olduğunu hissederek geziyorsunuz. O da çok keyif veriyor oraya gezerken.
―Umarım bir gün bizler de görme fırsatı içinde geliriz.
― Amin, inşallah.
― Öğretmenlerimize bizleri değerli bilgileriyle zenginleştirdikleri için çok çok teşekkürlerimizi sunuyoruz.
― Biz teşekkür ederiz.
― Güzel söyleşim için teşekkür ediyoruz.
― Rica ederim. Eklemek istediğiniz bir şeyler var mıdır?
― Muhakkak unutmuş olabiliriz ama arkadaşlarımız çok dostane ve candan karşıladılar. Hâlâ malumunuz günümüz iletişim metotları, sosyal medyadan da arkadaşlık yapıyoruz. Çok onları sevgiyle anıyorum, teşekkür ediyorum kendilerine. Yanı sıra devletimize, bakanlığımıza çok teşekkür ediyorum bizlere bu fırsatı sunduğu için. İnşallah oradaki bilgiyi ve tecrübelerimizi halihazırda kendi tecrübelerimizle birleştirerek sevgili öğrencilerimize faydalı oluruz. Teşekkür ediyorum.
― Bir sonraki programımızda görüşmek ümidiyle sağlıcakla kalın.